top of page
Ara
Yazarın fotoğrafıErhan Sahinkoc

Cephe; Tasarımın Dışarıya Yansıyan ‘Siması’


Merhabalar.

Web de dolaşırken Sayın Selçuk Avcı'nın Ekoyapı'da güzel bir söyleşisine denk geldim ben okurken çok keyif aldığım için sizlerlede paylaşmak istedim. Eminim sizinde ilham alacağınız cümleler olacaktır...

Bir yüzün hatlarını mükemmel kılan da estetik orantıların, şehir ile ilişkisi, ve o binanın yeri yanı sıra çevresel faktörler ile uyumdur.

Yapının kimliği olarak ifade edebileceğimiz ’bina kabuğunu’ somut ve soyut bakış açısıyla bizim için tanımlayabilir misiniz? Nedir cephe? Mimar, kullanıcı ve kentli için ne ifade eder?

Binaların kabuk tasarımı mimaride temel ve en kritik unsurlardan biri. Yapının cephe tasarımının önemi, kullanıcıyla yapının ilk karşılaşma anının bir aktörü olmasının yanı sıra iç ve dış mekan ilişkisini düzenleyen yapısal bir unsur olmasından kaynaklanmaktadır. Cephe, tasarımın dışarıya yansıyan ‘siması’. Bir yüzün hatlarını mükemmel kılan da estetik orantıların, şehir ile ilişkisi, ve o binanın yeri yanı sıra çevresel faktörler ile uyumdur.

Cephe derken birçok başlangıç noktası olabilir. Öncelikle bir ara yüz olduğunu söylenebilir. Bunun bir açıdan tabi ki dış hava şartları ile iç hava şartları arasında bir ara yüz olma durumu var. Örneğin İstanbul’daki bir binanın cephesi 35oC ile -15oC’e kadar sıcaklık değişimi ile mücadele etmeli. Bunun ötesinde cephe, aynı zamanda simgesel bir eleman. Ama bir mimar olarak cepheyi sadece bir yüzey olarak konuşmak bile bana biraz basit geliyor. Sadece yüzey değil geçtikçe daha da kompleks formlar alabilen bir kütlenin yüzeyleri diye düşünmeye başlayınca buna her açısı bağlanıyor.

Biz hangi ölçekte olursa olsun yapıyı bir bütün olarak ele alıyoruz her zaman. Cepheyi bütünden ayrı bir şey olarak görmemiz mümkün değil. Dolayısıyla binayı bir yüzeyler bütünü olarak değil, bir hacimler bütünü olarak görmek gerekiyor. Cephe tasarımlarımız da bunun bir parçası. Cephe müdahalelerimiz genelde yapının kütlelerini ortaya koymak üzere şekilleniyor. Ve tabii ki binanın 5inci cephesi, çatısı da buna dahil. Binanın hem dıştan içe hem de içten dışa anlamlı olması gerekiyor. Mesela Türkiye Müteahhitler Birliği binasında yapının tasarımına başlarken, katlar kendi aralarında dik düzleminden bağımsızlaşarak sağa ve sola kaymalar yapmış, bu şekilde birbirinin tam üzerine binmeyen katlar fonksiyonel alanlar yaratarak açık alanlara ve saçaklara dönüşmüştür. Bu kütleyi kaplayan cephe kabuğunun mesh katmanı enerji tasarrufu için gerekli güneş ışınlarının yönlendirmesini sağlarken aynı zamanda bu kütle kompozisyonunu okunur kılıyor.

Balance / Gunesli

Benzer bir yaklaşım Balance Güneşli projesinde de mevcut. Farklı kütlelerden oluşan yapıda cephede kullanılan farklı teknikler binanın geometrisini öne çıkarırken aynı zamanda güneşe karşı önlemler cepheleri farklılaştırıyor. Kütlesel oyunların maksadı da bir bina ne kadar büyük olsa da ona insani bir ölçek, ve orantı vermek. Güneşli’de kulenin kütlesi planda Güney, Batı ve orta bölümler olarak ayrıştırılarak hem planda hem de kesitte kaydırılıp ayrıştırılıyor ve kütlenin ölçeği kübist bir kompozisyon olarak ele alınıyor. Bu yaklaşımı küçük büyük bütün projelerimizde görebiliyorsunuz.

Birbirine benzeyen cephe görüntüleriyle çok karşılaşıyoruz. Fark yaratabilen, kentle uyum halinde, farklı malzemelerin tercih edilebildiği, kısacası; cephe tasarımı ve uygulamasıyla öne çıkabilen yapıların, ülkemizde sınırlı sayıda olmasının sebepleri sizce neler?

Bence bunun sebebi pek çok tasarımcı ve mimarın cepheyi, bina vizyonunun ayrılmaz bir parçası olarak görmektense, yalnızca bir yüzey motifi olarak kabul etmeleri. Bu vizyon, dışarıdan içeriye olduğu kadar içeriden dışarıya doğru hareket eden bütünleşmiş bir düşünceler dizisi olmalı. Süreç, her seferinde benzersiz bir çözüme ulaşılabilmesi için tüm kararları ve yönlendiriciyi sürekli olarak sorgulayan yinelemeli ve tekrarlı bir süreç niteliği taşımalı.

Korkarım burada mimari eğitimine değinmemiz gerekiyor, zira mimari eğitimi tasarımcılara bu tarz bir düşünce süreci kazandırmak için tek kelimeyle yetersiz. Buradaki okullarda, üç-dört yıl eğitim görüp mezun olurken, diğer gelişmiş ülkelerdeki akranlarımızla mukayese edersek, mimari ve şehirciliğin karmaşıklığıyla ilgili ancak asgari bir kavrayış geliştirebiliyoruz. Buna bir de İnternet sayesinde tüm görüntü kaynaklarının herkes tarafından ulaşılabilir hale geldiği gerçeğini eklediğimizde, şahit olduğumuz yalnızca daha önce yapılan şeylerin tekrarlamalı bir kopyası haline geliyor. Bina ve şehirlerin tasarımı karmaşık, mültidisipliner bir süreç, ve bünyesine yalnızca basit inşaat tekniklerinin teknik yönlerinin değil, aynı zamanda sanat, ekonomi, mühendislik, ekoloji, sosyoloji, hukuk, teknoloji, tarih ve felsefenin dahil edilmesi gerekiyor.

TMB Binası

Mimari son derece sofistike bir sanat/bilim/felsefe, ve gelişiminin, pek çok meselenin derinlemesine kavranması yoluyla gerçekleşmesi gerekiyor. Ülkemizdeki okulların çoğunda, bu meseleler yalnızca yüzeysel düzeyde öğretiliyor, ve öğrenciler tasarım dünyasına itildiklerinde yalnızca asgari bir kavrayış geliştirebilmiş oluyorlar. Şüphesiz, bunun pek çok olumlu istisnası mevcut; buna karşılık okul, ODTÜ örneğinde olduğu gibi, iyi olsa bile, eğitim süresinin çok kısa olduğu bir gerçek.

Aynı şekilde, bir bina hakkında düşündüğümüzde, cepheyi binanın diğer öğelerinden ayırmıyoruz. Cephe, tıpkı tasarım gelişiminin diğer tüm yönleri gibi, hem teknik hem felsefi hususları bünyesinde bulunduran katmanlı bir süreç dahilinde gelişiyor. Bu düşünce katmanlarının nasıl sürekli gelişim halinde olduğunu düşündüğümüzde, cephe tasarımlarının da benzer bir gelişim göstermesi gerektiği ortaya çıkıyor. Ülkemizde, bu süreçte yaşanan sorun, kavrayış konusunda derinlemesine bir evrim yaşanmaması. Dolayısıyla, mimarlar yalnızca daha önceden yapılmış olan tasarımlara yaslanıyor ve bu tasarımları, günümüzün gelişen ve değişen sorunlarıyla ilgili hiçbir orijinal düşünce üretmeksizin, defalarca ve defalarca tekrarlıyorlar.

Aynı şeyi, bu harikulade sanatın hayat bulduğu diğer ülkeler için söyleyememizin sebebi, mimarların çok daha uzun bir eğitimden geçiyor olmaları. Örneğin, İngiltere’de, kendinize “mimar” diyebilmeniz için bile 6 yıllık bir üniversite ve 2 yıllık süpervizyon eğitimi sonrasında 3 sınavdan geçmeniz gerekiyor. Asgari 8 yıllık eğitimden geçmeden mimar sıfatını kullanmak (kelimenin tam anlamıyla) hukuka aykırı, ve bu unvan, RIBA (İngiltere Kraliyet Mimarlar Enstitüsü) gibi saygı duyulan bir makam tarafından verilip tasdik ediliyor. Ülkemizde bunlarla mukayese edilebilecek hiçbir şey yok. Dolayısıyla kendimize bizim sınırlarımız niye bu kadar dar diye sormamız gerekiyor.

Cephelerde sürdürülebilir uygulamalar oldukça önemli. Tasarım aşamasında bu kapsamda nelere dikkat edilmeli. Akıllı cepheler, yenilenebilir enerjilerin cephelere entegrasyonu konusundaki değerlendirmenizi alabilir miyiz?

Bir binanın yüzeyinin, binayla dış dünya ve doğal unsurlar arasında aracı rolü oynadığı açıktır. Dış çevre, coğrafi olarak nerede bulunduğunuza bağlı olarak sıklıkla sert ve değişkendir. Binanın sosyolojik ve kültürel bağlamını bir kenara bırakıp yalnızca iklim üzerine odaklansak dahi, bir binanın cephesini nasıl ele almamız gerektiğini incelemeye yönelik olarak bize kaynak sağlamaya yeterli ölçüde değişken mevcuttur. Bina cephesini nasıl algıladığımızla ilgili bir kıyaslama yapmak amacıyla sıkça verdiğim bir doğal fenomen örneği var; vücudumuz için, mümkün olan en optimum ve etkin bir biçimde varlığını sürdürmesini sağlamak amacıyla dış unsurlarla başa çıkan ve onlara adapte olma görevini üstlenen deri neyse, bina için cephe odur. Düşünülecek olursa, insan ‘cephesi’, yani vücut derisi, koşullara en iyi uyum sağlayabilen ve en “zeki” cephe haline gelecek şekilde bir gelişim göstermiştir. Cildimiz, gözlerimiz, nefes alma mekanizmamız, vs., hepsi, içinde bulunduğumuz çevreyle, ekolojik anlamda mümkün olan en duyarlı biçimde başa çıkabilmemiz için, bu kriterlere uygun olarak gelişim göstermiştir. İçinde bulundukları koşullara, mümkün olan en sürdürülebilir biçimde yanıt verebilmeleri için binaların da bu anlamda “zeki” olmaları gerektiğini düşünüyorum.

Dolayısıyla, gelecekte cephe, veya bir başka deyişle bina derisi, giderek değişen koşullara anında yanıt verebilecek şekilde değişim gösterme kapasitesine sahip daha dinamik ve yeniliklere uyumlu bir unsur haline gelecek. Bu tarz bir dinamizm, aynı zamanda bina beden ve kütlesini, cepheyle beraber hareket edecek biçimde entegre ederek, binanın bir bütün olarak entegre bir organizma haline gelmesini mümkün kılmalıdır.

Bu sebepten ötürü, tasarım süreci dahilinde, bu adaptasyonu giderek daha mümkün hale getiren evrimsel teknolojik değişimleri her zaman sorgulamalı ve daha entegre bir yaklaşımı göz önünde bulundurmalıyız. Buna kültürel değerler ve sosyopolitik ve ekonomik koşulları eklersek, cephe, daha önceden mümkün olmadığını düşündüğümüz düşünce katmanlarına yanıt vermeye başlayacaktır.

46 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page