İslam dünyasında mimarlık, İslam sanatı ile aynı temel kaynaklardan beslenerek insanlara hep bir şeyler anlatmıştır.
İslam sanatı; İslam metafiziğinin temel kaynaklarına dayanarak kurulmuştur. İslam sanatında sanatçının algılama da ve bu algılama ile birlikte oluşan bütün anlayışların temelinde ‘tevhid’ ilkesi bulunmaktadır. Batı gözünden İslam sanatına bakıldığında; Lois Massignon’ a göre İslam dünyasında matematiğin cebir ve tahlil yönünde ilerlemesinde bariz bir şekilde gözlemlenebilir olduğunu açıklamaktadır. Yine Lois’ e göre Yunan görüşü hendeseci (mühendis / geometrici) tam adetleri ve tam adetlerin hassalarını seven hesapçı bir görüşte olduğunu savunmaktadır.
İslam zekası ise hesabı cebire, hendeseyi de trigonometriye yönelttiği tezini savunmaktadır.
İslam sanatında külli yani bütüncül bir yaklaşım vardır. Bu yaklaşımda, her parça bir bütünü oluşturmak için memur edilmiştir. Bütün parçalar merkezdeki genele aittir ve boşlukta dolaşan hiçbir parça gözlemlenemez. Varlıklar yapay veya doğal olarak sınıflandırılmış, ayırt edilmiş olsalar bile sonuca gidilen noktada bütünlük, tevhid kavramıyla açıklanmaya çalışıldığında anlam kazanmaktadır.
İslam mimarisindeki örüntüleri incelediğimizde ortaya çıkan gerçeklik açıkça bir binanın yüzeyiyle sınırlı kalmakla beraber hem cismani dünyanın çeşitli görünüşleri ile birlikte matematiksel düzeni, uyumu ve fiziksel gerçekçiliği İslam sanatı bize yapıtlarında sunmaktadır.
Arapça da tevhid kelimesinin manası; birlik, birleşme ve bütünlüğe kavuşma anlamlarına gelmektedir. Mimarideki birlik ilkesi de aynı şekilde İslam mimarisindeki sulh, sükun ve ahengi yansıttığı birlik halinde gözlemlenmektedir.
Selçukluların dini mimaride benimsedikleri kümbet anlayışında kare veya çokgen plan üzerine oturan konik form anlayışı Türklerin daha geniş anlamda düşündükleri İslam felsefesi içinde yer alan kubbenin gökyüzünü simgelemesi fikri ile anlam kazanmaktadır. Aradan geçen yüzyıllar sonucunda tabii gelişme seyrini göstermiştir. Osmanlı erken dönem dini mimarisinde Bursa Ulu Camii de küçük kubbelerin ayaklara taşıtılarak birden fazla kubbenin bir araya gelmesi ile bir bütünü yani Ulu Camiini oluşturması sağlandı. Bu durum namaz kılan cemaat tarafından o günün şartlarında iyi karşılanmış olsa da her safın kubbeleri taşıyan ayaklar ile sekteye uğraması pek kabul görmemekle beraber kendi döneminde kullanılmış ve günümüze kadar devam etmiştir.
Osmanlı döneminde Mimar Sinan’a gelene kadar çeşitli denemeler yapılmış olsa da esas başarılı çalışmalar Mimar Sinan döneminde gerçekleştirilmiştir. İslam mimarisi de belli başlı yapıtlarında sırası ile Şehzadebaşı Camii, Süleymaniye Camii ve Selimiye Camileridir.
Şehzadebaşı Camii; ana kubbeyi 4 adet fil ayağa taşıtarak, her dört tarafından yarım kubbeleri ile destekleyerek bir bütünü oluşturmuştur. Son cemaat yerinde ise revaklar ile örüntülenerek sonuca gidilmiştir. Şehzadebaşı Camii bulunduğu konumu itibari ile konumunun merkezinde bulunmaktadır.
Süleymaniye Camii; günümüz mimarisinde adeta topografya ile savaşan dini mimariler yerine adeta topografya ile bütünleşen bulunduğu topografyanın parçası konumunda olan Süleyamine Camii ve külliyesi, Ayasofya Camisine atıfta bulunularak bazilikal formda yapılmıştır ve 3 nef’ ten oluşmaktadır. Ana nef, ana kubbe ve nef boyunca ana kubbeyi destekleyen yarım kubbeler ile ana nef oluşmaktadır. Yan neflerde ise kendi ölçeğinde sırası ile büyük-küçük-büyük-küçük- büyük kubbe sıralaması ile 5 kubbe ile ana kubbe desteklenmektedir. Süleymaniye Külliyesini incelediğimizde ise camii merkezdedir.
Edirne Selimiye Camii; genişletilmiş kare planlı olup kendi dönemininde ve günümüzde taklit edilse dahi ölçek hatası yapılan nadide eserlerden birisidir. En geniş kubbe açıklığına ulaşan ve 8 adet fil ayak ile taşıtılan ana kubbe ile etrafındaki 4 adet yarım kubbe ile desteklenmektedir. Selçukludan başlayarak dini mimari yapılarda kendi içerisinde her zaman bir yenilenme söz konusudur. Bu anlayış baskıcı tek tip bir anlayıştan uzaktır. Kendi zamanındaki bütün dini mimarileri incelediğimizde her tekil parça bütüne hizmet etmek üzere memur edilmiştir. İslam mimarisinde ve İslam sanatında kişilerin bir önemi yoktur asıl olan tek ve bir olan kainatın sanatçısının yer yüzündeki hiçbir eserini taklit etmeden resmetmeden tamamıyla geometrik ve simetrik formlardan yararlanarak Allahın varlığını ve birliğini tesbih etmek üzere projelendirilmiştir.
Dipnot: “İslami literatür de dini mimari ve sivil mimarinin bazıları inşası yapılmadan yapılacak mimari yapıların önce vakıfları kurulur, günümüze kadar gelmesi için bu vakıflardaki bütün gelirler günümüzde her ne kadar vakıf kültürü dejenere edilmiş olsa da dini mimari yapılarının yaşatılmasında kullanılır”. Batı sanatı’nın temeli Mimesis’tir. Aristo’ya göre Mimesis hem taklit etme hem de yaratmadır. Ruhun yaratıcı görüldüğü gibi Batı sanatı Mimesis ile taklidin yanında yaratma fiilini de üstlenmiştir. Batının temelinde eski yunan düşüncesinde din ile sanat aynılaşmıştır. Antik sanat, insan ve onun kaderi ile olan uzlaşmaz mücadelesi üzerine kuruludur. Tanrılarda insanlar gibidir. Kızarlar, severler, nefret ederler, kinlenirler, mutlu olurlar gibi vasıflara sahiptirler. Yunan sanatı özü itibari ile insan modellerine dayanan heykel anıtında zirve noktasına ulaşır. Batı sanatı insan iradesini doğa güçleri ile çatıştırır ve iradeyle onu karşı karşıya getirir. Onun kurallarını taklit etme yoluyla kendi çözümlerini ortaya koyar. Doğu sanatı ise doğayı taklit etmez. Onu bir tasavvurun kendisi değil imgesi yaparak geri yansıtır. Böylece doğanın kuralları aşılmış olur. Batı sanatı ile İslam sanatı arasında farklar doğayı çözümlemede ortaya çıkmaktadır. İslam sanatında insan bedenen değil akıl ile algılanmaktadır. Geometri ve dil doğada yoktur. Geometri ve dil insan kafasında mevcuttur. Kilise ve camii karşılaştırıldığında Selçukludan günümüze kadar geçen süre içerisinde geometrik formlar ve hat sanatı ile dini mimariler donatılırken Müslümanların dünyayı nasıl algıladıklarını gözlemleyebiliriz. Kilise de ise Hz. İsa’nın çarmığa gerilmiş tasvirleri ve çeşitli heykeller yer almaktadır. Bu ise tabiatın taklidi ve kopya etmek anlamını bize yansıtır. Hristiyanlık dini mimarisinde insanı cismen tasvir ederken, İslamiyet’te ise tabiatta olan hiçbir şeyi taklit etmeden geometrik formlar ve hat sanatını gözlemleyebiliriz.
“SANAT ESERİNİ OLUŞTURAN ŞEY, DÜŞÜNÜLMÜŞ DUYGUSALLIKTIR.” KAYNAK: İslam Sanatının Özellikleri / Mahmut ÇETİN
Comments